Ali Aktaş

İslami Siyasetin İkinci Kuşağından Bize Kalan Ödevler

Hiç unutmuyorum 1994 yılıydı. Erbakan Hoca’yı Antalya Havalimanından uğurluyoruz. Bekleme salonunda kendisini uğurlayan bizlere özetle şöyle bir değerlendirme yapmıştı; “İslam Dünyası için 20. yüzyılın ilk çeyreği işgaller ve savaşlarla geçti. İkinci çeyrek işgallerden kurtuluş ve yeni devlet kurulmalarıyla devam etti. Bu devrede kültürel olarak Batı Tipi Rejimler kuruldu. Üçüncü çeyrek arayışla geçti, dindarlar ne yapacaklarını tartıştı ve düşündüler. Bunun sonunda son çeyrek ise İslamı külli bir hayat nizamı olarak benimseyenler harekete geçti ve kendi idealleri doğrultusunda mücadeleler başlattılar”

Müslüman Kardeşler’in 1928’de Mısır’da, Cemaat-i İslami’nin 1941’de Hindistan’da kurulmasından sonra “yeniden ihya ve inşa süreçlerinin ikinci kuşak önderleri ve hareketleri” pek çok ülkede hemen hemen aynı yıllarda ortaya çıktı.

20. Yüzyılın ilk ve ikinci çeyreğinde ortaya çıkan bu ihya ve inşaa hareketlerinden sonra 3. Çeyrek “1. Cihan harbi Sonrası İslamcılığın İkinci Kuşağı” olarak adlandırılabilecek yeni isimler ve hareketler ortaya çıktı.

Bosna Hersek’te Miladi Müslümani, Aliya İzzetbegoviç’in genç yaşlarında kuruldu. Aliya ve arkadaşları bu teşkilata üye olmaktan dolayı 3 yıl hapis yattılar. İzzebegoviç, bugün çok meşhur olan eseri İslam Deklarasyonunu 1970’de yazdı.

Tunus’ta Raşid el-Gannuşi ve hukukçu Abdulfettah Moro, Nahda’nın ilk nüvesini oluşturduklarında tarih 1968’i gösteriyordu.

Türkiye’den Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın ve “Milli Görüş” ismiyle kurumsallaşan siyasi hareketinin Meclis ile tanışması Bağımsızlar Hareketi ile oldu ve Erbakan Hoca 14 Ekim 1969’da Konya’dan Bağımsız Milletvekili seçildi.

Evet, bahar bir çiçek gelmezdi ama her bahar bir çiçekle başlardı. Bu söz doğru. Lakin burada bir söz daha söylenmesi gerekir; bahar değişik renk ve kokuda kendi çiçeklerini de doğurur.

Biz şimdi 21. Yüzyıldan geriye bakıp bir asırlık bir tefekkür gerçekleştirdiğimizde kadim bir izlek görüyoruz. Bu yol devam ediyor. Yürüyüş hiç durmayacak.

Biz Müslümanların temel sorunlarından bir tanesi sürekli geriye bakmaktır. Hayatı dikiz aynasından okumaya çalışmaktır. Oysa bizim bizden önceki kuşakların mirasını büyütmek ve yeni kuşaklara aktarmak vazifemiz var. Bize düşen, bizden önceki kuşakların sözlerini tekrar edip hatıralarından bahsetmek değil; o sözler ve hatıralardan beslenip yeni bir dünya kurmaktır.

Yenilerde Arap Birliği’nin Kahire’deki merkezinde, Genel Kurul Salonu duvarında Ra’d Suresinin 11. Ayetinin asılı olduğunu öğrendim. Ayet şöyledir: “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”

Allah uzun ömür versin Suriyeli Mütefekkir Cevdet Said bu ayeti “insanlığın genel yasası” olarak tanımlamaktadır. Ona göre nefislerimizde olanı değiştirmedikçe ve çabalamadıkça “sosyolojik sünnetullah” gereği geleceğimiz de değişmeyecektir.

Cezayirli aydın Malik bin Nebî “sömürüye elverişli olma” tanımlamasını geliştirmiştir. Bin Nebi’ye göre İslam dünyasını geri bırakan husus iç faktörlerdir. Bunlar da toplumlarımızın sömürgeleştirilmeye müsait olma halinden kaynaklanmaktadır. Yani temelde sorunun kaynağı bizizdir, bizim ataletimizdir.

Toparlayacak olursak;

Kuşaklar boyu devam eden ve kıyamete kadar da kuşaklar boyunca devam edecek bir yol alıştan söz ediyoruz. Erbakan Hoca’nın hareketi aksiyon hareketi idi. Türkiye’de çok önemli işler başardı. İslam Dünyasının düşünce tarzını değiştirmiş olması bile başlı başına büyük başarıdır. İzzetbegoviç Bosna Hersek Bağımsızlık Savaşı ve Cumhurbaşkanlığı ile taçlanan silinmez bir iz bıraktı.

Raşid Gannuşi’nin hikayesi ise devam ediyor. Kasırgaya evrilen Arap Baharı’nın iç savaşlarından ülkesini koruyan, farklılıkları ortak devlet şemsiyesi altında bir arada tutan, İslamcılığa getirdiği yeni yorumla ideolojik değil kuşatıcı İslami değerler üzerinden yeni bir toplumsallaşma üreten bir süreci devam ettiriyor o.

Şunu bilmeliyiz ki tarih akıyor. Asrın idrakine söyletilmesi gereken evrensel hakikat ise bütün kuşaklar boyunca ter-ü taze olarak kendini kuşanacakları bekliyor. Kendi hikayemizin içinde yaşıyoruz. Eski kuşakların tarihi tecrübesi heybenizde olarak şimdi daha iyisini ve daha güzelini yazmak zamanıdır.

Hedeflerimizi somutlaştırmak, proje bazlı üretimler yapmak, çağın birikiminden istifade etmek, toplumlarımızın geldiği noktayı iyi okumak, değerlerimizi ve ana fikri anlaşılır ve temel sorunlar üzerinden anlatmak, öncelikler sıralaması yapmak, siyasetimizi kurumsallaştırmak, geleneği her dem yeniden yorumlamak, hukuk üretmek, hitabı “ey insanlar” olan inancın kuşatıcı çağırıcıları olmak gibi omuzlanması gereken büyük ödevlerimiz var.

Türkiye’de Milli Görüşçülere düşen budur. İslam Dünyası’nın “sömürüye elverişli hali”nin de “sömürge tipi kalkınma modelleri” ile emeğinin ve birikiminin kağıttan kule siyasi önderler ve onların ulusaşırı ortaklarınca sömürülmesinin önüne geçecek eğitimli ve bilinçli bir kuşak olmak zorundayız.

Bizden önceki kuşaklar görevlerini yaptılar, onlarla cennette buluşacağız. Bize düşen önceki kuşakların birikimine ilave olarak bu çağın idraki üzerinden yeni birikimler ve atılımlar gerçekleştirmektir. Ezber tekrarı herhangi bir gelecek kurmayacaktır. Her devir kendi statükosunu oluşturur. Son devrin dindar-muhafazakar iktidarı da kendi sosyolojisi içinden bir dille kendi statükosunu kurdu. Bunu kıracak ve toplumu kuşatacak bir yeni “asrın idrakine söyleme çabası” hepimizin ödevidir.

Ali Aktaş / 11.12.2019

Ali Aktaş

Ahlak, Adalet, Özgürlük, Ekmek için çalışacağız. Eş, Baba, Oğul, Kardeş, Avukat.

Yorum Ekle